26 Nisan 2013 Cuma

MİLAS SALI PAZARI

MİLAS SALI PAZARI YAŞATILMALIDIRPDFYazdırE-posta
Milas, “Salı Pazarı”yla daha canlı ve hareketlidir. Pazar, Milas’ın tarih ve kültür kenti kimliğinin bir parçası ve yansımasıdır. Orada, yöresel giyim-kuşam şekillerinden örnekleri görmek, yörenin yetiştirdiği ürünlerin her çeşidini bulmak mümkündür. Salı günleri Milas, bir panayır ve şölen havasına bürünür.   Milas pazarları; Milas’ın bitki coğrafyasının, yemek kültürünün, Milas topraklarının verimliliği ve bereketinin bir göstergesidir adeta…

“Milas Pazarı”nın tarihi 1800’lü yıllara kadar uzanır. 19. Yüzyılda Milas’a gelen ünlü İngiliz gezgin Turner, notlarında, Milas pazarından çok etkilendiğini yazar. Turner, o yıllarda Pazar günleri kurulan Milas pazarına; çevre köylerden meyve, sebze, çanak, çömlek ve hayvan getiren birçoğu Türk olan insanların geldiğini anlatır. 
“Milas Salı Pazarı”, gazetecilerin de ilgisini çeker ve ulusal basında pazarla ilgili geniş ve övgü dolu yazılar çıkar sık sık. Milas pazarındaki ürün bolluğu, onların tazeliği, bu ürünlerin damak zevkine uygunluğu, özellikle yabancıların ilgisini çeker. Milas Pazarı, bu özellikleriyle adeta bir çekim merkezidir… Milas pazarının,  kendisine özgü nostaljik ve otantik bir yapısı vardır. Bu yapı biraz da psikolojiktir, bu psikoloji insanı çeker ve etkiler…
Milas Salı Pazarı, eskiden beri sorun olmuş, mevcut belediye yönetimleri, burada çeşitli düzenlemeler yapmak istemişlerdir… Sayın Ali Doğan Serçek döneminde, burada çok katlı pazar binası yapılmak istenilmiş; uzmanların ve kanaat önderlerinin tepkisi üzerine bu proje hayata geçirilememişti. Daha sonra Sayın Hürol Önder döneminde, şimdiki uzay çatılı pazar yapıldı. Bu proje de hiç tartışmaya açılmadı, 2009 yerel seçimleri öncesinde, “Ben yaptım oldu” mantığıyla yapıldı ve bir bakıma “seçim kondu” oldu bu düzenleme… Hiç de kullanışlı olmayan, “Salı Pazarı”nın ruhuna ve kentin kimliğine uygun düşmeyen bir çalışma ortaya çıktı. Şimdi de bunun yerine bir başka çok katlı pazar projesi burada uygulanılmak isteniyor…
Belediyemizin, kent kimliğini korumaya yönelik güzel çalışmaları var. Hazırlanılan projeler tek tek uygulamaya konuluyor. Belediye tarafından kentle ilgili yapılacak çalışmalarda ve hazırlanılan projelerde; Milas’ın tarih ve kültür kenti kimliğine uygunluk sağlanmasına özen gösterilmelidir. Bir yanda kentin tarihi ve kültürünü korumaya yönelik çalışmalar yapılırken ve bu çalışmalar takdir alırken, diğer yandan bu anlayışa 180 derece zıt bir çalışmanın da içine girilmelidir. Kent yaşamına ilişkin olarak yapılacak çalışmaların bütününde, bu bütünün kendi içinde, iç tutarlılığı sağlanılmalıdır. Kent için güzel işler yapılırken, aynı zamanda o güzel çalışmaları gölgede bırakan olumsuz işler yapılmamalıdır. 
Belediyemiz yönetimi tarafından pazar yerinde, çok katlı bir pazar binasının yapılmak istenilmesi uzun süredir kamuoyunda tartışılıyor. Bu konu, Milas Kent Konseyi, “Kent Kimliği-Tarihi Doku-İmar ve Kentsel Gelişim Komisyonu”nda görüşüldü ve buraya hiç bina yapılmaması konusunda görüş birliğine varıldı. Komisyonun raporu, Kent Konseyi Yürütme Kuruluna sunuldu. Bu konuda, Mimarlar da pazaryerinde yapılaşmaya karşı çıkmaktadırlar.
Geçmiş dönemlerde, belediye başkanları, boş buldukları yerlere bina dikmeyi, bir şey yapmış olmanın ve başarının ölçüsü olarak gördüler. Sayın Ünal Çetin döneminde, Demirciler Meydanına, o bina konduruldu. Sayın Ali Doğan Serçek zamanında, TANSAŞ binası, parkın içine ve yaya kaldırımının üstüne yapıldı. Böylece şehrin içindeki, park daraltılmış oldu. Hacı İlyas Meydanına, “Halı Pazarı” niyetiyle o görüntü yapıldı. Bu yapılan şey zamanla işlevsellik kazanmadığı için şimdi belediye tarafından yeni bir proje doğrultusunda yıkılacak… Aslında tüm bunlar yapılırken(Halı Pazarı, uzay çatılı Salı Pazarı) tartışılsaydı, “ben yaptım oldu” anlayışıyla hareket edilmesiydi, bunların yıkılmasından dolayı kamunun kaynakları da çar-çur edilmemiş olacaktı. Her şeyi baştan konuşup-tartışarak, en güzele ve en iyiye varmak gerekiyor. Akıl, akıldan her zaman üstündür ve kolektif aklın uygun gördüğü şeyi yapmak da, en doğru olanıdır. 
“Milas Salı Pazarı”nda bir düzenleme yapılmalıdır ama bu oraya çok katlı bir “ucube yapı” kondurarak değil, “Salı Pazarı”nın ve kentin kültürel kimliğine uygun düşen projeler yapılmalıdır. Bu konuda yardım alabileceğimiz çok sayıda uzman kişi çevremizde bulunmaktadır. Ayrıca ÇEKÜL’ün uzmanlarından da yardım istenilse, onlar da deneyimlerinin süzgecinden geçirerek bize en güzel olanını önereceklerdir mutlaka.   ÇEKÜL’ün önderliğinde kurulan “Tarihi Kentler Birliği”nin ilk kurucuları arasında yer alan Milas Belediyesinin, böyle bir yanlışa imza atmamasında ve imajına uygun düşen davranışı ortaya koymasında yarar var.
Pazardaki sıkışıklığı aşmak içinse çözümler var. Sebze-meyve pazarı şimdiki yerinde kalır. Bunun dışındaki pazarcılar da, bu pazarın hemen bir adım ötesindeki, Hal Binasının karşısındaki otopark alanına taşınarak, pazar esnafı için bu şekilde bir gruplandırma yapılabilir. 
Ben, partilim belediye başkanının, bu kent için güzel şeyler yapmasını isterim. Yaptıklarından övgüyle söz edilmesi, takdir edilmesi, hem bir partili hem de bir kentli olarak beni mutlu eder, sevindirir; yaptığı yanlış işlerden dolayı eleştirilmesi, hakkında kötü söz söylenmesi ise, beni üzer… Seçilmesi için çalıştığım, çalışmalarında her zaman kendisine destek verdiğim Belediye Başkanımız Sayın Muhammet Tokat’ın, pazar yerine çok katlı bina kondurma düşüncesini bir kez daha gözden geçirmesini, uzmanların görüşlerine ve bu kentin kanaat önderlerinin düşüncelerine değer vermesini diliyorum.  Eğer böyle yaparsa, kazanan, önce kendisi sonra da Milas olacaktır. 

GÜMÜŞKESEN MEZAR ANITI

GÜMÜŞKESEN ANIT MEZARI
   
 
  Muhtemelen M.S. 2.yüzyıla tarihlenen bu anıt dikdörtgen bir mezar odası ile bu odanın üzerindeki paye ve sütunların taşıdığı piramit gibi gittikçe daralan bir örtüden ibarettir. Anıt iki basamaklı bir krepis üzerindedir. Mezar odasına bir kapıdan girilmektedir. Odanın içinde üst katın döşemesini destekleyen dört paye vardır. Üst katın tabanında yer alan bir  delikten aşağıda yatan ölünün üzerine şarap döküldüğü tahmin edilmektedir. Açık bir sütun dizisiyle çevrili olan üst katın her köşesinde birer kare sütun, bunların arasında ikişer oval sütun yer almaktadır.
Sodra Dağının doğu yamacındaki antik kent nekropolü (mezarlığı) sahası içinde yer alan ve dönemine ancak kent senetosunun kararıyla yapılabilecek bu ihtişamlı anıt, kuşkusuz Milasın yönetici, komutan gibi üst düzey bir kişiliği ve ailesi için inşa edilmiştir. 
  Sodra Dağı ocaklarından çıkarılan gri damarlı mermerden inşa edilen mezar yapısı, arazinin meyilli olması nedeniyle elde edilen düz bir platform üzerinde yükselir.Genel olarak gömülerin yapıldığı mezar odası, dinsel törenlerin yapıldığı sütunlarla çevrili orta kat ve bu sütunlar tarafından desteklenen çatı katı olmak üzere üç bölümden oluşur.
  Alt katın duvarları dörtgen büyük mermer bloklarla inşa edilmiştir. Batı cephesinde yer alan giriş kapısı tam eksende yer almayıp biraz sola kaymıştır. Mezar odasında, üst yapıyı destekleyen başlıkları silmeli, dörtgen kesitli dört ayak yer alır.Odanın zemininde,zor fark edilebilen izlerden, levhalarla elde edilmiş lahitlerin içine defnedildiklerini anlamak mümkündür.
  İkinci katta çatıyı taşıyan sütunlar 13 oranında yivli olup, köşelerde yer alanlar dörtgen kesitli, diğeleri ise oval kesitlidir.Başlıkları akathus (kenger) yaprakları ile bezenmiş olan sütunların aralarının, zamanında ahşap korkuluklarla kapatılmış olduğunu, sütunların üzerindeki küçük nişlerden anamaktayız.
  Orta katın zemin döşemesinin, kuzey tarafında yer alan ve bir huni gibi aşağı doğru daralan delik, burada gerçekleştirilen dinsel törenler esnasında, mezar odasına kutsal sıvı ya da kurban kanı akıtmak için yapılmış olmalıdır.
  Büyük mermer bloklarının birbiri üzerinden taşırılarak içe doğru daralması sonucu elde edilen çatının tavanı, taşa şekil vermenin üst düzey işçiliğinin yanı sıra, mezarda yatan kişinin önemini vurgularcasına, geometrik ve bitkisel motiflerle bir nakış gibi işlenmiştir.
 Genel form itibariyle, dünyanın 7 harikasından birisi olan Halikarnassosdaki Mausoleumu çağrıştırsa da kendine özgüdür ve yakın benzerlerine daha çok Doğu Akdeniz ve Kuzey Mezopotmya(G.Doğu Anadolu)da rastlanır. Mezar yapım tekniği ve mermer süslemelerin karakteristik özelliğinden dolay, M.S. 2. yüzyılın ortalarına (Antoninler dönemi) tarihlendirilmektedir.
 
   
 
   
 
   
 
   




















http://www.didimli.com/galeri/gumuskesen.htm

UZUN YUVA


Milas’ta, Hisarbaşı Tepesinin doğu yamacında, büyük terasın ortasındaki podyum üzerinde yükselen ve üstünde leylek yuvası olan bir sütun bulunur. Bu sütunlu teras, yöre halkınca yıllardır “Uzunyuva” diye adlandırılmış ve öyle anılmıştır. Burdaki sütun uzun yıllardır bulunduğu podyumun bir parçası sanılıyor ve podyum da bir tapınağın stylobatı sanılıyordu. Bu konuda, yakın geçmişe kadar kapsamlı bir araştırma yapılmadığından ve Uzunyuva definecilerce tahribata uğramadan önce kim bilebilirdi ki Milas’ın içinde, herkesin gözü önünde bir anıt mezar olsun?

Aslında Uzunyuva’ya adını veren ve podyum üzerinde yükselen korinth sütunu, Roma Dönemi’nde Menandros adına dikilmiş bir onur sütunudur ve kaidesinde bulunan yazıt da bunu doğrulamaktadır. 1994 – 1995 yıllarında Milas – Uzunyuva’da yüzey araştırması yapan Prof. Dr. Frank Rumscheid’e göre; Uzunyuva’daki korinth sütunu, M.Ö. 377 – 367 yılları arasında yapıldığı düşünülen büyük teras ve ortasında yükselen podyumun doğu kenarının merkezine M.S. 1. yüzyılın başlarında dikilmiş olmalıdır. Sütun; M.Ö. 40 yılında ölen Mylasa şehrinin ünlü konuşmacısı ve halk önderi Euthydemos’un torunu Menandros tarafından yaptırılmış bir “onur sütunu”dur. Sütunun üzerine “Halk, Menandros’u, Uliades’in oğlu ve Euthydemos’un torununu, memleketin iyilikseveri ve iyilikseverlerin evladını heykel olarak buraya dikti” diye bir yazıt eklenmiştir. Yazıt ilk defa 1775 yılında Richard Chandler tarafından keşfedilmiş, Chandler, sütunun Menandros’un onur heykelini taşıdığını belirtmiştir. Londra’daki Sociaty Of Dilettanti tarafından 1797 yılında bastırılan kitapta sütun ve altyapısı ilk kez ayrıntılıca ve ölçüleriyle yayınlanmıştır. Sütundaki yazıt 19. ortalarında tahribe uğradığından yazıt ile sütun arasındaki bağ zamanla kopmuştur.
 

BAFA GÖLÜ


Çamiçi olarak da bilinen Bafa GölüBüyük Menderes Nehri deltasının güneydoğusunda yer alan, en derin bölümü 21 metre olan sığ bir göldür.Aydın ve Muğla il topraklarında yer alır. Eski zamanlarda Ege Denizi'nin bir parçası olan göl Büyük Menderes'in taşıdığı alüvyonlar ile birlikte, kıyıdan kilometrelerce içerde kalmıştır. Ülkemizin önemli kuş cennetlerinden biridir. Göl kıyısında, Herakliea antik kentinin kalıntılarına, manastırlara ve tarihî mağaralara rastlamak mümkündür.
Bafa'da göle dökülen nehir sularının azaltılması ve kirletilmesiyle değişen kimyasal içeriği ve azalan oksijen miktarı yüz binlerce balığın ölmesine veekosistemin geri dönülmez bir kavşağa sürüklenmesine neden olmuştur. Bunun dışında, gölle bağlantısı bulunan Büyük Menderes nehrinin bağlantısının gölden tamamen koparılması ve gölün çevresine kurulmuş zeytinyağı fabrikalarının atıklarının arıtılmadan göle dökülmesine göz yumulması felakete davetiye çıkarmıştır.
Bafa Gölü -

TURHAN SELÇUK KARİKATÜR EVİ


Milas Belediyesi Turhan Selçuk Karikatürlü Ev 3. Yaşında

editör | 25 Nisan 2013 | ArşivKültür Sanat
karikatur-eviMilas Belediyesi Turhan Selçuk Karikatürlü Ev’in ilçeye kazandırılışının 3. yılı kapsamında, Milas Belediyesi Turhan Selçuk Karikatür Ev’de ünlü karikatürist Semih Poroy’ın karikatür sergisi ve Kamil Masaracı’nın kitap imzası gerçekleşti.
23 Nisan 2010 yılında kazandırılan Turhan Selçuk Karikatürlü Ev’in anlamına yakışır bir karikatür sergisi açıldı. Karikatürist Semih Poroy’ın daha önceden birçok farklı yerlerde yayınlanmış karikatürleri, Turhan Selçuk Karikatürlü Ev’in bahçesinde düzenlenen törenle açıldı. Açılış sırasında sırasıyla Karikatürist Semih Poroy, Milas Belediyesi Turhan Selçuk Karikatürlü Ev’in hayata geçirilmesinde büyük emeği olan Cumhuriyet Gazetesi çizeri Karikatürist Kamil Masaracı, Turhan Selçuk’un eşi onur konuğu Ruhan Selçuk, Belediye Başkanımız Muhammet Tokat ve Milas Kaymakamı Bahattin Atçı konuşma yaptı. Yapılan konuşmalarda Turhan Selçuk Karikatürlü Evi’nin Milas için son derece önemli oluğu bu evin adına uygun işlevde kullanıldığı üzerine vurgu yapılarak, iyi dilek temennilerinde bulunuldu. Yapılan açılış konuşmalarının ardından sergilenen karikatürler incelendi. Konukların sergiyi dolaşmalarının adından ise Cumhuriyet Gazetesi çizeri Kamil Masaracı kitaplarını imzaladı.  Kamil Masaracı’nın kitaplarını imzasının hemen ardından ise Karikatürist Semih Poroy tarafından, Milas Belediyesi Turhan Selçuk Karikatürlü Ev’de karikatür eğitimi alan öğrencilere eğitim verildi.
Ayrıca sergi açılışı sırasında Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat tarafından çocuklara elma şekeri dağıtıldı.

http://www.marmarisguncel.com/2013/04/25/milas-belediyesi-turhan-selcuk-karikaturlu-ev-3-yasinda/

ÇOMAKDAĞ

ÇomakdağPDFYazdıre-Posta
Pazartesi, 18 Ocak 2010 22:22
Kış geldi ya malum bol bol köy gezdiriyorum size. Eee ben nereye siz oraya napalım. Ama haftaya inşallah planlarım var. Biraz yol yapalım ne dersiniz. Kar görelim, kayak yapalım istiyorum. Bakalım kısmet..
Uzun zamandır bir köyü merak ediyordum. Gezi sitelerinde, kitaplarında bahsedilenÇomakdağ köyü Milas’a yakın bir tepeye kurulmuş 300-400 haneli bir köy. En son iş yerinde arkadaşlar bana Çomakdağ'ın anlatıldığı bir dergi getirince, okuduklarım beni iyice heveslendirdi. Araştırma yaptığım her yerde, okuduğum her bilgide ortak konu Milas'ın örf, adet ve doğasını kaybetmeden günümüze kadar gelebilmiş bir köyü olmasıydı. Kadınları başlarında karanfil takılı yöresel kıyafetlerle dolaşıyor, eski mimari yapısını korumuş evleri başlı başına bir sanat eseri gibi duruyor.  O evlerİ görme, tarihin dokusu arasında kaybolma fikri ile Göksel’i iknaya başladım. Ettim tabi ki. 
Güzel güzel Milas’a doğru yol aldık ve Beşparmak dağlarına sırtını dayamış olan Çomakdağ’a tırmana tırmana vardık. Arabayı park ederken benim suratım düştü. ‘Burası mı?’ dedim. Göksel güldü ‘valla tabelada öyle yazıyor”. Etrafıma baktığımda sadece yeni yapılmış yapılar gördüm. Hani eski köy, taş evler, tavan işlemeleri, süslü kapılar??? Yaşadığım düş kırıklığını anlatamam. Hiç fotoğraflardaki köye benzemiyor. Etrafa alıcı gözle bir daha bakınca yeni yapılaşmanın arasında tek tük eski evleri bacalarından ayırt edebilmeye başladım. Ama yine de eskiye ait bir bütünlük yok.
Moralimi fazla bozmamaya çalışarak meydandaki açık çay bahçesine doğru yürüdük. Bir anda etrafımı bana birşeyler satmaya çalışan çocuklar sardı. Biraz ticarete vurmuşlar işi. Etrafı gezdirmek isteyenler, yöresel bebeklerini yaptıkları takıları satmak isteyen yöresel kıyafetli kadınlar.  Küçük bir kız çocuğu hemen yanıma geliverdi. “İsterseniz gezdireyim” dedi. “Ön bilgi ver bakalım nereleri gezebiliriz” "Birkaç eski ev var, kapıları var. Sonra ipek dokuyan tezgah va oraya götürebilirim” dedi. Ben zaten tek başıma gezemem bu köyü. “İyi tamam” dedim “hadi gezdir” zor bulurum o bahsettiklerini. Gerçekten de doğru bir kararmış. Gökseli muhabbet etsin diye çay bahçesinde bırakıp Ceren, ben ve küçük kız yürümeye başladık. Arkada kalan Ceren’i beklerken bir tane kadın başında karanfili ile  koştura koştura peşimden geldi. Bize yetişir yetişmez hemen duvarın üzerine sergisini açmaya başladı. Boncuklarla işlenmiş bileklikler, bez bebekler.. el işleri, göz nurları.. Kadını başında karanfili ile görünce biraz olsun moral bulmaya başladım. Boş dönmesin diye Ceren bir bileklik beğendi onu aldık.
Küçük kızın ismi Hatice imiş. “Hadi bakalım Hatice düş önümüze” dedim. Haticecik daha yolun başında ona rehberlik yaptıranları ve verdikleri harçlıklardan başlayarak söze girdi=))) Bana rehberlik edecek gezdirecek bir çocuğa elbetteki cebine  harçlık koyacağım ama Çomakdağ’a ayak bastığınız andan itibaren etrafınızda size birşeyler satmaya çalışan insanların doldurması kendimi biraz yolunmaya hazır kaz gibi hissetmeme sebep oldu.  Ben size gösterecektim etrafı diye yaşlıca bir bey geldi yanımıza ama Hatice atladı “ben gezdireceğim” diye. Ayak üstü birkaç bilgi aldım.  Anladığım kadarıyla 6-7 yıl öncesine kadar Çomakdağ çok daha kendine özgü bir köymüş ama reklamı yapılmış insanlar sürekli gelmeye başlamış ve ne yazık ki  gelişmeye yenik düşmüş. Yeni yapılaşmanın arasında eskiler kaybolmaya başlamış.
Eski yapılar belli, bak” dedi bacaları gösterdi.  Muğla bacaları gibi değişik bacaları. Bacaların üzerinde taş figür varmış “Kartal başı diyorlar” dedi. Okumuştum bu bacaları. Antik yapılardaki akroterlerden esinlenmiş.

Beni ilk olarak bir eve götürdü Hatice. Bahçesine girdik. “Niye geldik” dedim “kapı var burada” dedi. Yeni bir evin yanında küçük kulube tarzı bana tek göz gibi gelen bir evcik vardı. Benim pencere sandığım yer meğer kapıymış. Kapısı gerçekten ilginçti. Pencere yüksekliğindeydi. Merdiven dayayıp çıkıyor öyle giriyorlarmış eve. Üzerinde çok ilginç güzel işlemeler vardı. Birkaç fotoğraf çektim. Evin özelliğini sordum. “İçinde eskiden kalma eşyalar var” dedi. “Bakılıyor mu?” dedim. “Bakılıyor ama merdiven lazım” dedi. Merdiven kaldırılacak kapıya dayanacak. Tahta merdivende çok ağır görünüyordu gözüm yemedi kaldırmayı.  Yanda yaşanılan evde bir yörük teyze mutfak balkonuna çıkıp duruyordu ama hiç bakmadı kimdir nedir bunlar diye. Sonra evin oğlu geldi de biraz muhabbet ettik. Eşi anladı hemen beklentilerimi “otantik bir yer bekliyordunuz değil mi? Maalesef beton”dedi. “İhtiyaçtan son yıllarda betonlaşma oldu” Evi sordum 1952 yapımıymış. Çok da eski değilmiş. Etraftaki köylerden, yörüklerden, Karyalılardan bahsettik. Evin içinde pek bir şey yokmuş. Başka merdiven aradılar onuda komşular almış. Muhabbetinize doyum olmaz deyip tekrar sokaklara çıktık.
Hatice hızlı hızlı başka bir eve götürdü beni. İpek dokuma yapılan bir evmiş. Bahçeden girince hemen seslendi.“Semiye Teyzeeeee...” yaşlı bir teyze ağır ağır yanımıza geldi meğer öğle uykusundaymış. Kaldırdık kadını. Bizi evin hemen girişinde zemindeki atölyesine götürdü.
Odada bir dokuma tezgahı, ipek kozalakları, ipler falan vardı. Ben halı dokuduklarını sanıyordum ama meğer ipek böceği kozalağından ipek ip dokuyorlarmış. Sonra o iplerle çorap, halı falan dokunuyormuş. Tezgahın nasıl kullanılacağını, kozanın nasıl oluştuğunu, kelebeğin içinden çıkmasını,  nasıl iplik haline geldiğini ayrıntılı bir şekilde anlattı. İpek kozalarını elime alıp inceledim. Ceren baya meraklandı bunda böcekmi var dedi. Nasıl böcek, hala içinde mi diye kırk soru sordu. “Şimdi bu delikten kelebek olup çıkıyorlar... küçücükler... sıcak suların içine atıp ip haline geliyor böyle” diye kadıncağız sabırla anlattı. En sonunda birkaç tane Ceren’e hediye verdi.
45 yıldır yapıyormuş bu işi. Fotoğrafını çekmeme en başta sıcak bakmadı mahcup mahcup “uykudan kalktım” dedi. “Olsun teyzem ben seni güzel çıkartırım, sen hiç merak etme’.dedim. Gerçi zor oldu fotoğrafını çekmek. Çok loş ışık vardı. Yarı karanlık birde hareket halinde olunca düşünün zorluğunu.. Oturdu teyzem bana tangır tungur bir güzel ipek dokudu. Ceren gözlerini açtı izliyor çok ilgisini çekti. Yalnız ses çok ahenkli ve uyumluydu. Tın tını tın tını tın. Bir ara Ceren’de ipek yapmaya merak saldı ya bana çok karışık geldi. Semiye teyzem “gelin bir dokunanlara bakın belki almak istersin” dedi. İsterim tabi istemem mi lakin dolaşırken aldıklarımı elimde taşımak fikri pek cazip değil. Çorap bile olsa elimde makine var sırt çantam yok. Gezi bitsin sonra dönüşte bakarız dedim ama dönüştede istememe rağmen gidemedim.
“Eeee dedim Hatice’ye nereye gidiyoruz.?” “Eski ev var yokuşlar var. Eski Mustafanın evi de var ama insan var mı yok mu bilmiyorum” dedi. Şöyle içi tahta, dolap kapakları işlemeli, tavanları oymalı fotoğraflarını gördüklerim gibi ev yok mu dediğimde  “Demin ki ev var” demez mi. “Tüüü” dedim deseydin ya baştan bakardım o zaman teyzenin dokuduklarına.
Bir yandan sokak aralarında dolaşıyoruz bir yanda konuşuyoruz. Zeytinleri varmış, zeytinyağı yapıyorlarmış.“Zeytinlerimiz meşhur” dedi. Eliyle aşağıyı gösterip “zeytinyağı yaptığımız yer orada” dedi. Özel günleri varmış düğünleri varmış. Keşke “dernek başkanımız olsaydı o size anlatırdı ayrıntılı şeyler” dedi. Aslında gerek yok ben dersimi çalıştım geldim. 
Döndük kahveye gittik. Ohooo Göksel çevrelemiş köyün yaşlı delikanlılarını muhabbeti koyulaştırmış. “Biz geldik yer açın” dedik çay söyleyip muhabbete katıldık. Amcamın biri  yarın akşam gelseydiniz düğün vardı dedi. Sünnet düğünüymüş. Onu görürmüşüz. Eskiden düğünler pazartesi başlarmış Cuma bitermiş. Şimdilerde yine birkaç gün sürüyormuş.
Başladılar anlatmaya "Pazartesi bayrak dikimi olurdu gelirdi onu iptal ettik dedi.Salı günü dibekte buğday döverdik. Ahaa bak orada karşıda dibek var. Nişan atardık. Hediye oğlak verirlerdi. Nişanı koyarlardı onu iptal ettik şimdi." "Yapmıyormusun artık onları" dedim ananelerin kaybolmaya başlamasından korkarak. "Nişan atmıyoruz yani " diye düzeltti amcam. "O gün yerli yabancı Salı günü sabaha kadar yeniliyor içiliyor çalgı çalınıyor.  Ertesi günü dıştan gelen misafirlerimiz yemek yeniliyor. Hamam geziliyor. Hali vakti yerinde müsait olan bu arabaların olduğu yerde(bizim park ettiğimiz alanda)  güreş yaptırıyor. Çarşamba gece oğlan dolaşıyor". "Nerede dolaşır" dedim "köyümü geziyor". "Yok" dedi "buralarda dolaşır. Perşembe günü gelin alınır. Cuma günü iki tarafın ne kadar bayan varsa oyun yapılır. Ne kadar bayan varsa onların günü yani. Oğlanın evinde yapılıyor" diye anlattı. Artık biraz daha kısa sürüyormuş. Ekonomiye bağlıymış biraz üç gün süren var dört gün süren var. Anladığım kadarıyla buranın düğünü pahalıya patlıyor. 
Haticeden öğrendiklerimden yola çıkarak "Zeytinciliklemi geciniyor burası" dedim. "Başka iş kalmadı ki. Tarla işi de çokdu da tarla işi kalmadı artık. Pamuk dikiliyor pamuk iki lira. Mısır buğday dikiyorlar onunda değeri düşük. 450-440 lira." "O yüzden zeytinmi dikiyorsunuz" dedim. "Burası tarihten bile zeytinci" dedi.

Bizim muhabbet konuş konuş bitmez.. her telden soru sorduk. En sonunda yolcu yolunda gerek deyip kalktık. Çomakdağ'a adım attığımda oldukça mutsuz olmuştum ama Haticenin gösterdikleri, beklentilerimden bir kaçı olsun karşılandığı için mutlu  mesudum. Gezinti gayet güzel olmuştu.
Yolda bir kadın bir amcam bekliyordu. Hadi alalım dedik. Çomakdağ dan yukarıda köyde oturuyorlarmış. İlla gelin mutlaka diye davet edip durdular. "Geldiğinizde Bekir Can'ın evi nerede diyeceksiniz bize geleceksiniz". Geçen gün birileri gelmişler bütün eskileri eski evleri gezdirmişler. Sola giden yola devam etsek onların köyüne ulaşırmışız. Yayla yollarına gitmek istiyorsak onların oraya gitmeliymişiz. Ne cezbedici fikirmiş. “Burası yazın sıcak oluyor” dedi “4 km. sonra bizim köy ama serin bizim köy"
“Bizim köy daha eski daha güzel” dedi. “Çomakdağın bir reklamı oldu herkes oraya gidiyor. Hem orası bozuldu artık. Biz hala eski gelenekleri yapıyoruz. Bizim köy öyle bozulmadı.” dedi. İçimden iyi ki sizin köy keşfedilmemiş daha dedim. Başka bir köye gidiyorlarmış. Düğüne. "Üzerinizdeki kıyafet normal kıyafetiniz mi" dedik. Geleneksel. "Evet gızımm bunları giyeriz süsleniriz biz. Düğüne gidiyoruz ya herkes böyle giyinir şimdi. Ama biz hep giyeriz zaten."
Yol ayrımında indiler.  Hadi gelin düğüne gidelim diye ısrar ettiler. Çok iyi olurdu ama akşam saati geliyordu.  Bir yandan da içimden bir şey dürtüyordu. Yürü Elmas git hadi bir daha nerede bulacan böyle yöresel bir düğünü. Naparlar ne ederler seyret. Pek zevkli olur. Ama yüksek tepelerdeyiz gece vaktine kalmayalım yolcu yolunda gerek ne olur ne olmaz dedik. Biz gece karanlığa kalmadık ama aklımız düğünde kaldı.

YAKIN ÇEVRESİ


Yakın çevresi [değiştir]

  • Beçin Kalesi: Menteşeoğulları Beyliği'nin idari başkentidir. Milas'a 5 km uzaklıktadır.Milas ovasına hakim bir plato üzerindeki Mutluca Beçin Köyü'ndeki Beçin kalesi Bizans yapısıdır. Kale Menteşe oğulları döneminde onarım görmüştür. Milas’ı merkez yapan Menteşe oğulları Beyliği, hükümet merkezini savunması kolay olduğu için Beçin'e taşımıştır. Kaledeki asıl yerleşim 200 metre yukarıdaki iç kale bölümündedir. Bu bölümde bir Bizans şapeli, Menteşe oğulları döneminden Kara paşa medresesi,türbe, Ahmet Gazi Medresesi, Orhan Bey Camii, hamam, Bey hamamı, Kızılhan, Yelli Camii ve medresesi günümüze ulaşan yapılar arasındadır.
  • Çomakdağ köyü: Tarihi evleri ve başta halıcılık olmak üzere geleneksel sanatları bütün canlılığıyla yaşatan bir köydür. Milas'a kısa bir mesafededir. Çomakdağ köyü Beşparmak dağlarına sırtını dayamışdır. Çomakdağ evleri, dünle bugünü ustaca kaynaştıran mimari üslup taşımaktadır. Taştan yapılmış evlerde bacalar estetik görünüşüyle ilgi çeker. Baca tepelerinde yer alan yarım ay ya da kartal başı şeklindeki figürlere rastlanır. Antik yapılardaki akroterlerden esinlenmiş bacalara başka yerde rastlamak mümkün değil. Kendi içine kapalı köy, gelenekleriyle yaşamaktadır. Düğünler 4 gün sürer. Dibekte buğday dövülür, ovalarda atış yapılır, en iyi atışı yapana oğlak hediye edilir, kadınlar kendi aralarında eğlenir, gelin alma ve duvak günü yapılır.
  • Labranda: Milas'ın kuzeyindeki Koca yayla'da (14 km) bulunan Labranda Türkiye'nin en iyi korunmuş antik kentlerinden biridir. Çam ve çınar ağaçları arasında,hemen her zaman tatlı bir esintiyle serinleyen havada çok güzel bir antik kenttir. Labranda antik çağda 8 metre genişliğindeki bir kutsal yolla Mylasa'ya bağlıydı. Yolun izlerini bugün de görmek mümkün. M.Ö. 5. yüzyılda kentte bir kutsal olduğu biliniyor. Güney ve güneydoğu’da bulunan iki giriş kapısı ayaktadır. Zeus Tapınağı, stoa, tapınağın güneyindeki büyük teras duvarı, kült yemeklerinin yendiği andron, saray olduğu sanılan büyük yapılar, teras evleri kalıntıları görülmektedir. Kazılarda ortaya çıkarılan Andron pencereli bir yapıdır ve Helen döneminde pencere kullanıldığı kanıtlanmaktadır. Kentte Roma Çağı kalıntıları da görülmektedir. Kutsal alanın 200 metre batısında arkası istinat duvarıyla sağlamlaştırılmış stadyum vardır. Kutsal alanda her yıl yapılan ve 5 gün süren şölenler sırasında stadyumun yarışlara sahne olduğu sanılıyor. Yarışların başlama ve bitiş taşları bugün de yerli yerinde. Labranda’ya çıkarken Kargıcak Köyü'ndeki kır lokantasında karnınızı doyurabilirsiniz. Saçta yapılan oğlak kavurması ile mis kokulu domatesle hazırlanan menemeni tavsiye ederiz.
  • Bafa Gölü: Söke ovası 2000 yıl kadar önce denizdi, burada büyük bir körfez vardı. Büyük Menderes ırmağının getirdiği alüvyonlar körfezi doldurdu ve ova haline getirdi. Bugünkü Bafa Gölü denizden bir parça olarak arada kaldı. Gölün üzerinde iki ada bulunuyor. İkiz adalardan biri aslında tam ada değil, bir kumulla karaya bağlı. Bafa Gölü’nde kefal, levrek, yılan balığı tutuluyor. Eskiden çok sazan tutulurmuş, fakat gölün suyu tuzlandığı için artık sazan kalmamış. Gölde gezmek isterseniz dolmuş usulü motorlara binebilirsiniz. Adalar, Kapıkırı köyündeki Heraklia antik kenti geziliyor. Göldeki adalarda manastırlar, kiliseler kurulmuş. Bunlardan "Yediler Manastırı" en eskisi. Gölün çevresi zeytinliklerle çevrili. Kıyıdaki lokantalarda da bütün yemekler zeytinyağı ile yapılıyor.
  • Euromos antik kenti: Selimiye beldesinde bulunmaktadır.
  • Iasos antik kenti: Güllük Körfezi kuzeyindeki Kıyıkışlacık köyü ile iç içe bulunan İasos antik kenti Milas sınırları içindeki diğer bir tarihi mekandır.
  • Tuzla Kuş Cenneti: Bodrum yolundan sapılarak varılan Boğaziçi (eski adıyla Bargylia) köyündedir.
  • Uyku Vadisi: Bodrum yolu üzerindeki Gökçeler köyündedir. Mağaralar bulunur.
  • Gökova KörfeziÖren beldesi ve buradaki Keramos harabeleri, Ören'in ötesindeki Çökertme zeybeği ne adını vermiş enfes manzaralı Çökertme, Milas ilçesi içindeki ve ayrı maddelere konu olacak diğer turistik yerlerdir.   
  • http://tr.wikipedia.org/wiki/Milas