26 Nisan 2013 Cuma

ÇOMAKDAĞ

ÇomakdağPDFYazdıre-Posta
Pazartesi, 18 Ocak 2010 22:22
Kış geldi ya malum bol bol köy gezdiriyorum size. Eee ben nereye siz oraya napalım. Ama haftaya inşallah planlarım var. Biraz yol yapalım ne dersiniz. Kar görelim, kayak yapalım istiyorum. Bakalım kısmet..
Uzun zamandır bir köyü merak ediyordum. Gezi sitelerinde, kitaplarında bahsedilenÇomakdağ köyü Milas’a yakın bir tepeye kurulmuş 300-400 haneli bir köy. En son iş yerinde arkadaşlar bana Çomakdağ'ın anlatıldığı bir dergi getirince, okuduklarım beni iyice heveslendirdi. Araştırma yaptığım her yerde, okuduğum her bilgide ortak konu Milas'ın örf, adet ve doğasını kaybetmeden günümüze kadar gelebilmiş bir köyü olmasıydı. Kadınları başlarında karanfil takılı yöresel kıyafetlerle dolaşıyor, eski mimari yapısını korumuş evleri başlı başına bir sanat eseri gibi duruyor.  O evlerİ görme, tarihin dokusu arasında kaybolma fikri ile Göksel’i iknaya başladım. Ettim tabi ki. 
Güzel güzel Milas’a doğru yol aldık ve Beşparmak dağlarına sırtını dayamış olan Çomakdağ’a tırmana tırmana vardık. Arabayı park ederken benim suratım düştü. ‘Burası mı?’ dedim. Göksel güldü ‘valla tabelada öyle yazıyor”. Etrafıma baktığımda sadece yeni yapılmış yapılar gördüm. Hani eski köy, taş evler, tavan işlemeleri, süslü kapılar??? Yaşadığım düş kırıklığını anlatamam. Hiç fotoğraflardaki köye benzemiyor. Etrafa alıcı gözle bir daha bakınca yeni yapılaşmanın arasında tek tük eski evleri bacalarından ayırt edebilmeye başladım. Ama yine de eskiye ait bir bütünlük yok.
Moralimi fazla bozmamaya çalışarak meydandaki açık çay bahçesine doğru yürüdük. Bir anda etrafımı bana birşeyler satmaya çalışan çocuklar sardı. Biraz ticarete vurmuşlar işi. Etrafı gezdirmek isteyenler, yöresel bebeklerini yaptıkları takıları satmak isteyen yöresel kıyafetli kadınlar.  Küçük bir kız çocuğu hemen yanıma geliverdi. “İsterseniz gezdireyim” dedi. “Ön bilgi ver bakalım nereleri gezebiliriz” "Birkaç eski ev var, kapıları var. Sonra ipek dokuyan tezgah va oraya götürebilirim” dedi. Ben zaten tek başıma gezemem bu köyü. “İyi tamam” dedim “hadi gezdir” zor bulurum o bahsettiklerini. Gerçekten de doğru bir kararmış. Gökseli muhabbet etsin diye çay bahçesinde bırakıp Ceren, ben ve küçük kız yürümeye başladık. Arkada kalan Ceren’i beklerken bir tane kadın başında karanfili ile  koştura koştura peşimden geldi. Bize yetişir yetişmez hemen duvarın üzerine sergisini açmaya başladı. Boncuklarla işlenmiş bileklikler, bez bebekler.. el işleri, göz nurları.. Kadını başında karanfili ile görünce biraz olsun moral bulmaya başladım. Boş dönmesin diye Ceren bir bileklik beğendi onu aldık.
Küçük kızın ismi Hatice imiş. “Hadi bakalım Hatice düş önümüze” dedim. Haticecik daha yolun başında ona rehberlik yaptıranları ve verdikleri harçlıklardan başlayarak söze girdi=))) Bana rehberlik edecek gezdirecek bir çocuğa elbetteki cebine  harçlık koyacağım ama Çomakdağ’a ayak bastığınız andan itibaren etrafınızda size birşeyler satmaya çalışan insanların doldurması kendimi biraz yolunmaya hazır kaz gibi hissetmeme sebep oldu.  Ben size gösterecektim etrafı diye yaşlıca bir bey geldi yanımıza ama Hatice atladı “ben gezdireceğim” diye. Ayak üstü birkaç bilgi aldım.  Anladığım kadarıyla 6-7 yıl öncesine kadar Çomakdağ çok daha kendine özgü bir köymüş ama reklamı yapılmış insanlar sürekli gelmeye başlamış ve ne yazık ki  gelişmeye yenik düşmüş. Yeni yapılaşmanın arasında eskiler kaybolmaya başlamış.
Eski yapılar belli, bak” dedi bacaları gösterdi.  Muğla bacaları gibi değişik bacaları. Bacaların üzerinde taş figür varmış “Kartal başı diyorlar” dedi. Okumuştum bu bacaları. Antik yapılardaki akroterlerden esinlenmiş.

Beni ilk olarak bir eve götürdü Hatice. Bahçesine girdik. “Niye geldik” dedim “kapı var burada” dedi. Yeni bir evin yanında küçük kulube tarzı bana tek göz gibi gelen bir evcik vardı. Benim pencere sandığım yer meğer kapıymış. Kapısı gerçekten ilginçti. Pencere yüksekliğindeydi. Merdiven dayayıp çıkıyor öyle giriyorlarmış eve. Üzerinde çok ilginç güzel işlemeler vardı. Birkaç fotoğraf çektim. Evin özelliğini sordum. “İçinde eskiden kalma eşyalar var” dedi. “Bakılıyor mu?” dedim. “Bakılıyor ama merdiven lazım” dedi. Merdiven kaldırılacak kapıya dayanacak. Tahta merdivende çok ağır görünüyordu gözüm yemedi kaldırmayı.  Yanda yaşanılan evde bir yörük teyze mutfak balkonuna çıkıp duruyordu ama hiç bakmadı kimdir nedir bunlar diye. Sonra evin oğlu geldi de biraz muhabbet ettik. Eşi anladı hemen beklentilerimi “otantik bir yer bekliyordunuz değil mi? Maalesef beton”dedi. “İhtiyaçtan son yıllarda betonlaşma oldu” Evi sordum 1952 yapımıymış. Çok da eski değilmiş. Etraftaki köylerden, yörüklerden, Karyalılardan bahsettik. Evin içinde pek bir şey yokmuş. Başka merdiven aradılar onuda komşular almış. Muhabbetinize doyum olmaz deyip tekrar sokaklara çıktık.
Hatice hızlı hızlı başka bir eve götürdü beni. İpek dokuma yapılan bir evmiş. Bahçeden girince hemen seslendi.“Semiye Teyzeeeee...” yaşlı bir teyze ağır ağır yanımıza geldi meğer öğle uykusundaymış. Kaldırdık kadını. Bizi evin hemen girişinde zemindeki atölyesine götürdü.
Odada bir dokuma tezgahı, ipek kozalakları, ipler falan vardı. Ben halı dokuduklarını sanıyordum ama meğer ipek böceği kozalağından ipek ip dokuyorlarmış. Sonra o iplerle çorap, halı falan dokunuyormuş. Tezgahın nasıl kullanılacağını, kozanın nasıl oluştuğunu, kelebeğin içinden çıkmasını,  nasıl iplik haline geldiğini ayrıntılı bir şekilde anlattı. İpek kozalarını elime alıp inceledim. Ceren baya meraklandı bunda böcekmi var dedi. Nasıl böcek, hala içinde mi diye kırk soru sordu. “Şimdi bu delikten kelebek olup çıkıyorlar... küçücükler... sıcak suların içine atıp ip haline geliyor böyle” diye kadıncağız sabırla anlattı. En sonunda birkaç tane Ceren’e hediye verdi.
45 yıldır yapıyormuş bu işi. Fotoğrafını çekmeme en başta sıcak bakmadı mahcup mahcup “uykudan kalktım” dedi. “Olsun teyzem ben seni güzel çıkartırım, sen hiç merak etme’.dedim. Gerçi zor oldu fotoğrafını çekmek. Çok loş ışık vardı. Yarı karanlık birde hareket halinde olunca düşünün zorluğunu.. Oturdu teyzem bana tangır tungur bir güzel ipek dokudu. Ceren gözlerini açtı izliyor çok ilgisini çekti. Yalnız ses çok ahenkli ve uyumluydu. Tın tını tın tını tın. Bir ara Ceren’de ipek yapmaya merak saldı ya bana çok karışık geldi. Semiye teyzem “gelin bir dokunanlara bakın belki almak istersin” dedi. İsterim tabi istemem mi lakin dolaşırken aldıklarımı elimde taşımak fikri pek cazip değil. Çorap bile olsa elimde makine var sırt çantam yok. Gezi bitsin sonra dönüşte bakarız dedim ama dönüştede istememe rağmen gidemedim.
“Eeee dedim Hatice’ye nereye gidiyoruz.?” “Eski ev var yokuşlar var. Eski Mustafanın evi de var ama insan var mı yok mu bilmiyorum” dedi. Şöyle içi tahta, dolap kapakları işlemeli, tavanları oymalı fotoğraflarını gördüklerim gibi ev yok mu dediğimde  “Demin ki ev var” demez mi. “Tüüü” dedim deseydin ya baştan bakardım o zaman teyzenin dokuduklarına.
Bir yandan sokak aralarında dolaşıyoruz bir yanda konuşuyoruz. Zeytinleri varmış, zeytinyağı yapıyorlarmış.“Zeytinlerimiz meşhur” dedi. Eliyle aşağıyı gösterip “zeytinyağı yaptığımız yer orada” dedi. Özel günleri varmış düğünleri varmış. Keşke “dernek başkanımız olsaydı o size anlatırdı ayrıntılı şeyler” dedi. Aslında gerek yok ben dersimi çalıştım geldim. 
Döndük kahveye gittik. Ohooo Göksel çevrelemiş köyün yaşlı delikanlılarını muhabbeti koyulaştırmış. “Biz geldik yer açın” dedik çay söyleyip muhabbete katıldık. Amcamın biri  yarın akşam gelseydiniz düğün vardı dedi. Sünnet düğünüymüş. Onu görürmüşüz. Eskiden düğünler pazartesi başlarmış Cuma bitermiş. Şimdilerde yine birkaç gün sürüyormuş.
Başladılar anlatmaya "Pazartesi bayrak dikimi olurdu gelirdi onu iptal ettik dedi.Salı günü dibekte buğday döverdik. Ahaa bak orada karşıda dibek var. Nişan atardık. Hediye oğlak verirlerdi. Nişanı koyarlardı onu iptal ettik şimdi." "Yapmıyormusun artık onları" dedim ananelerin kaybolmaya başlamasından korkarak. "Nişan atmıyoruz yani " diye düzeltti amcam. "O gün yerli yabancı Salı günü sabaha kadar yeniliyor içiliyor çalgı çalınıyor.  Ertesi günü dıştan gelen misafirlerimiz yemek yeniliyor. Hamam geziliyor. Hali vakti yerinde müsait olan bu arabaların olduğu yerde(bizim park ettiğimiz alanda)  güreş yaptırıyor. Çarşamba gece oğlan dolaşıyor". "Nerede dolaşır" dedim "köyümü geziyor". "Yok" dedi "buralarda dolaşır. Perşembe günü gelin alınır. Cuma günü iki tarafın ne kadar bayan varsa oyun yapılır. Ne kadar bayan varsa onların günü yani. Oğlanın evinde yapılıyor" diye anlattı. Artık biraz daha kısa sürüyormuş. Ekonomiye bağlıymış biraz üç gün süren var dört gün süren var. Anladığım kadarıyla buranın düğünü pahalıya patlıyor. 
Haticeden öğrendiklerimden yola çıkarak "Zeytinciliklemi geciniyor burası" dedim. "Başka iş kalmadı ki. Tarla işi de çokdu da tarla işi kalmadı artık. Pamuk dikiliyor pamuk iki lira. Mısır buğday dikiyorlar onunda değeri düşük. 450-440 lira." "O yüzden zeytinmi dikiyorsunuz" dedim. "Burası tarihten bile zeytinci" dedi.

Bizim muhabbet konuş konuş bitmez.. her telden soru sorduk. En sonunda yolcu yolunda gerek deyip kalktık. Çomakdağ'a adım attığımda oldukça mutsuz olmuştum ama Haticenin gösterdikleri, beklentilerimden bir kaçı olsun karşılandığı için mutlu  mesudum. Gezinti gayet güzel olmuştu.
Yolda bir kadın bir amcam bekliyordu. Hadi alalım dedik. Çomakdağ dan yukarıda köyde oturuyorlarmış. İlla gelin mutlaka diye davet edip durdular. "Geldiğinizde Bekir Can'ın evi nerede diyeceksiniz bize geleceksiniz". Geçen gün birileri gelmişler bütün eskileri eski evleri gezdirmişler. Sola giden yola devam etsek onların köyüne ulaşırmışız. Yayla yollarına gitmek istiyorsak onların oraya gitmeliymişiz. Ne cezbedici fikirmiş. “Burası yazın sıcak oluyor” dedi “4 km. sonra bizim köy ama serin bizim köy"
“Bizim köy daha eski daha güzel” dedi. “Çomakdağın bir reklamı oldu herkes oraya gidiyor. Hem orası bozuldu artık. Biz hala eski gelenekleri yapıyoruz. Bizim köy öyle bozulmadı.” dedi. İçimden iyi ki sizin köy keşfedilmemiş daha dedim. Başka bir köye gidiyorlarmış. Düğüne. "Üzerinizdeki kıyafet normal kıyafetiniz mi" dedik. Geleneksel. "Evet gızımm bunları giyeriz süsleniriz biz. Düğüne gidiyoruz ya herkes böyle giyinir şimdi. Ama biz hep giyeriz zaten."
Yol ayrımında indiler.  Hadi gelin düğüne gidelim diye ısrar ettiler. Çok iyi olurdu ama akşam saati geliyordu.  Bir yandan da içimden bir şey dürtüyordu. Yürü Elmas git hadi bir daha nerede bulacan böyle yöresel bir düğünü. Naparlar ne ederler seyret. Pek zevkli olur. Ama yüksek tepelerdeyiz gece vaktine kalmayalım yolcu yolunda gerek ne olur ne olmaz dedik. Biz gece karanlığa kalmadık ama aklımız düğünde kaldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder